Cumartesi, Ocak 29

çiçekler nasıl büyür?

orkidelerim
Çok basit, su ve ışık yeter diyeceksiniz. Belki arada bir de "çiçek coşturan" vitaminler.. Ama yetmez! Kendimi bildim bileli çiçek seven biri olmadım, ne evde bir serayı andıran çiçeklerimiz, ne de arkadaşlarımın hediyeleri fikrimi değiştiremedi. Yalnızca birkaç ay yaşatabildiğim ve dilek ağacına çevirdiğim gül hariç bir çiçeğe su vermişliğim bile yoktu, ta ki O'nu kaybedene kadar.. Her sabah gözünü açar açmaz çiçeklerine koşan, onlarla konuşan, minnacık bir tomurcukla dünyanın en mutlu insanı olan O'ydu, bense hep bunlarla dalga geçendim. Dolayısıyla O'nun gidişiyle bana kalan onlarca çiçeği yaşatabilmek için tek bir şansım vardı: O'nun sevgisini taklit etmek. Yıllar boyunca öğrendiğim tek bir şey varsa o da çiçeklerin suyla, ışıkla, vitaminle değil de, sevgiyle ve ilgiyle büyüdüğüdür. 
Ne dersiniz başarmış mıyım?
 

Bu yazım ben toprakla, saksıyla kendi çapımda boğuşurken, her sabah çiçeklerle konuşurken bana güldüğünü bildiğim O'na ithaftır, bir de sabah devirip de tüm salona saçtığım çiçeğimden özürdür!

Cumartesi, Ocak 22

Ayşe Kulin

1997 yılında çıkan "Adı Aylin" fırtınasını hatırlıyor musunuz? Herkes bu kitabı konuşuyordu. İşte Ayşe Kulin adıyla tanışmam o döneme rastlar. Ancak ben o yıllarda kafayı Mısır'a taktığımdan olsa gerek Christian Jacq'ın Ramses serisine gömülmüş ve başka bir şeyi okumaz olmuştum. Ne büyük hata! Ayşe Kulin'in en sevdiğim yazar olması için birkaç yıl daha geçecekti ve bir solukta okuduğum "Füreya" beni Ayşe Kulin'e hayran bırakacaktı. Sonrasında da sonuç hep aynıydı, Boşnak sevgilimin de etkisiyle içimi yakan "Sevdalinka", kah güldüren kah hüzünlendiren "Köprü", yaz günü tüylerimi diken diken eden "Nefes Nefese" ve "Gece Sesleri". Okurken zamanın durduğu, tüm acılarımı unuttuğum, hayata karşı sıkı sıkı sarıldığım sayfalar..."Veda" ve "Umut" ise benim için bir başkaydı, herşeye rağmen ayakta durabilen, birbirine kenetlenmiş, özlemini çektiğimiz erdemlere sahip o eşşiz Türk aileleri.. Her sayfasında kendimden parçalar bulduğum, nispeten genç yaşıma rağmen hasretle andığım ve "işte böyle olmalı" dediğim hayatlar.."Türkan" zamanında ise Ayşe Kulin hayranlığım o kadar artmıştı ki, yurtdışında olmama rağmen 2 hafta sabredememiş, hemen okuyabilmek için yılın lojistik operasyonunu gerçekleştirmiştim, yakın bir dostum sağolsun :) 

Bu ay Ayşe Kulin beni tekrar şımarrtı, hem de kendi hayatından kesitler sunduğu 2 kitapla birden! Hayat'ı bitirdim, Hüzün'ün de sonlarındayım..Kim olduğumuzu, nasıl bugünlere geldiğimizi unuturken ve yaşamımızın merkezine yerleştirdiklerimiz hızla değişirken size tek bir tavsiyem var: Ayşe Kulin'in anlattıklarına kulak verin!

Pazar, Ocak 16

simit

Un, maya, pekmez, susam..işte size simit..genç, yaşlı, zengin, fakir herkesin sevdiği az sayıda zevklerden biri simit..kimine göre gevrek, kimine göre kuluri, sokaktan alınanı makbul olan az sayıda atıştırmalıklardan..isterseniz sade, isterseniz peynirle, domatesle, Simit Saray'ları açıldı açılalı binbir çeşitle, tercih sizin :)

Sabah sabah simit de nerden çıktı diyeceksiniz, bugün böyle uyandım işte ne bileyim! Dün Cadde'de yan gözle bakıp durdum Kazım Kulan Pasajı'nın önündeki favori simitlerime, diyetteyim diye alamadım diye içime işledi galiba :( Simide saygı duruşu yaparsam geçer belki diye yazdım, herkese mutlu Pazar'lar :)

Pazartesi, Ocak 10

gözlerimi kapatıp uzaklara kaçsam..

Siz de zaman zaman "şimdi orda olmak vardı" diyenlerden misiniz? Yoğun iş hayatı, aile, dostlar, sosyal çevre derken bu bitmeyen koşuşturmacada insanoğlu ne zaman ışınlanabilecek diye sorup duruyorum kendime..O günler gelene kadar gözlerimi kapatıp uzaklara kaçmak tek çözüm gibi gözüküyor, işte o yüzden bu akşam anlık hayallerimden bir keyif listesi yaptım, şimdiden iyi yolculuklar :)

Sevilla - portakal ağaçları altında tembelliğin keyfi
Singapur - yorgunluktan yıkılana kadar alışveriş keyfi
Kaş -  masmavi sularda balık olmanın keyfi
Paris - Eiffel'ın ışıkları altında çimlerde şarap keyfi
Kopenhag - bir Temmuz gününde uçsuz bucaksız çimlerde güneşlenmenin keyfi
Gent- tarihe tanıklık etmekle kalmayıp, capcanlı bir hayata karışabilmenin keyfi
Shanghai - şımartan bir Spa'dan sonra Bund manzarasında yemek keyfi
Stockholm - sonbahar yapraklarında yürüyüş keyfi
Londra - müzikallere dalıp publarda son bulmanın keyfi 

  

Pazar, Ocak 9

Bağdat Caddesi

Bağdat Caddesi, veya bilinen adıyla Cadde, İstanbul'luların en popüler yerlerinden biri. Bu cadde Kızıltoprak'tan Bostancı'ya uzanır, şık mağazaları ve cafeleriyle aklınızı çeler. En bilinen özelliği Caddebostan-Suadiye arasında piyasa yapan tek tip kızlarımız ve erkeklerimizdir, yaz günü Ugg'lar, kış günü Eda Taşpınar bronzluğu vardır, erkekler de her daim Sicilya mafyasının futbolcuları görünümündedir, ama olsun,Cadde sadece bu değil ve onu yaşatan tüm renklere saygımız olmalı. İstanbul'da Cadde gibi yerler o kadar az ki...


Burada yürümek keyif verir, sürekli dirsek teması yapıp da yol vermeniz veya topuklu ayakkabılarınıza veda etmeniz gerekmez. Çocuklarınız pusetinde mışıl mışıl uyur Cadde'nin akıntısına kapıldığında, yaşlılarımız burada oturup gençleri izlerler ve "bizim zamanımızda" diye başlayan koyu sohbetlere dalarlar. Cadde'de servis kalitelidir, insanlar güleryüzlü ve kibardır. İstanbul'un üzerimize boca ettiği stresten uzaklaşmak için doğasıyla değil ama "hava"sıyla iyi gelecek yerlerdendir. Doğa isteyenlere en yakın çözüm de paralelindeki sahil yoludur, daha ne olsun :)
Bu yazıyı neden yazdım? Çünkü Cadde'yi seviyorum! Ortaokul yıllarımdan beri boş zamanlarımın çoğunu Cadde'de geçiriyorum ve Cadde'me sahip çıkıyorum. Keyifle yürüyüş yapabildiğimiz, alışveriş çılgınlığına kapıldığımız ve cafelerinde ziyafet çektiğimiz Cadde'miz bozulmasın. Başıboş köpekler ve tinercilerle değil, hep olduğu gibi çıtır simitlerle, rengarenk çiçekçilerle ve 29 Ekim yürüyüşleriyle hatırlansın. Olur mu?

Cuma, Ocak 7

Starbucks

Hiçbir zaman çay içen biri olmadım, neden bilmem, ama üniversiteye hazırlık yıllarında başlayan kahve tutkum daha uzun seneler devam edecek gibi. Tabii o zamanlar Starbucks yoktu (eyvah yaşım ortaya çıkacak!); ancak Türkiye'ye geldiği günden beri  Starbucks benim vazgeçilmezlerimdendir, bilen bilir, arkadaşlarımla orada buluşurum, caddede kahvemle dolanıp keyif yapmaya bayılırım, ofiste tükettiğim Starbuck's kahvelerini saymıyorum bile :) Kopenhag'ta yaşadığım yıllarda Starbucks için havaalanına gittiğimi bile hatırlarım! Uzatmayayım, sanırım ne demek istediğimi anladınız :)
Geçtiğimiz gün Starbucks yeni logosunu paylaştı ve artık logosunda Starbucks Coffee yazmayacağını açıkladı. Bu logo değişikliğinin sebebi Starbucks'ta satılan kahve dışı ürünleri pazarlama stratejisi. Starbuck'sta portakal suyu içerken bardakta Starbuck's Coffee yazısından insanlar rahatsız olmasın diye, veya dondurma yemek isteyenlerin (evet yakında olacak) orada sadece kahve vardır diyip Starbuck'sı pas geçmelerini önlemek..
Logo bir yana, aklımda 2 soru var..Bu kadar beğenilen ve ciroları uzaya varmış bir marka, bira veya dondurma satma pahasına öz ürününü kolayca arka plana atabilir mi? Peki ya bu strateji geri teper de kahve tutkunları Starbucks'a küserse ne olur? Cironun dağılımı üzerine eminim çok detaylı hesaplamalar yapılmış ve stratejiler geliştirilmiştir. Yeni logoyu ben biraz yadırgadım, belki zamanla alışırız ama ilk izlenim "no name" bir markanın ürünü gibi gözüktüğü şeklinde, kahveden çok smoothie bardağına benziyor..Umarım kahveyi bir kenara atma fikri sadece logoda kalır..

Salı, Ocak 4

taksiciler

Taksiciler maruz kaldıkları kötü muameleyi protesto etmek amacıyla kontak kapatacaklarmış..kapatsınlar..
Yanlış anlaşılmak istemem, hiç kimse öldürülmeyi hak etmiyor, hiç kimse taciz edilmeyi, gasp edilmeyi hak etmiyor, keşke bunlar hiç yaşanmasa.. Ama bunlar sadece taksicilerin mi başına geliyor? Türkiye'de taksicilere gelene kadar kaç insan katlediliyor her gün? Kaç kadına göz göre göre şiddet uygulanıyor, kapalı kapıların ardını bırakın bir kenara, sokak ortasında dövüldüklerinde bile kaç insan yardım ediyor taksiciler de dahil? Kaç yaşlı insan üç kuruş parası için karşı koyamayacağı eziyetlere ve hatta cinayete maruz kalıyor? Kaç çocuk bir maganda kurşunuyla veda ediyor hayata? Liste uzar gider..Ama nedense sadece taksiciler için eylem yapılıyor..
Araba kullanmıyorum ve mümkün olduğunca toplu taşıma ile biryerlere gitmeye çalışıyorum; ancak İstanbul'un eksik altyapısı sağolsun, taksi kullanmak kaçınılmaz oluyor. Sürekli sızlanan, "hiçbirşey yapamasam taksicilik yaparım" zihniyetindeki taksicilerle ilgili yeri gelmişken bazı izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.
Mikrop yuvası arabalarında bütün gün sigara içen taksiciler..Cızırtılı radyoları ve bağrı yanık şarkılarıyla sizi müzikten soğutan taksiciler..Güneşli bir günde yolda yürürken 10 kere korna çalan, ama yağmur yağsa boş olduğu halde müşteri kabul etmeyen, bir de üstünüze çamur sıçratan taksiciler..İstanbul'un en merkezi yerlerinde çalışan; ancak ana caddelerin bile adını bilmeyen taksiciler..Para üstü vermeyi organ bağışı zanneden taksiciler..Trafik kurallarını hiçe sayan, burası daha kestirme diyip insiyatif alan! sonra da bilmedikleri yollarda kaybolup taksimetreyi kabartan taksiciler..Benim de listem uzayıp gidiyor, ne dersiniz sizin için de bir eylem yapsak mı?

başlıyoruz..

4 Ocak 2011, Susan Miller der ki bugün büyük değişimler olacak, özellikle de benim gibi Yengeç burcuysanız :) Bu sene yapılacaklar listemde en az 5 tutturmayı hedefliyorum, vakit kaybetmeden harekete geçtim ve listemden blog yazmayı seçerek yola koyuldum. Ne yazacağım diye sorarsanız tek bir cevabı yok, içimden gelenler diyebilirim sadece.. Trendler yaratacak bir "ikoncan" değilim, kozmetikten anladığım parfüm, rimel ve nemlendiriciden ibaret (acıyın bana evet), her kadın kadar şöyle bir göz ucuyla bakarım magazine, bazen beğenir, bazen de yok artık der geçerim. Okurum, dinlerim ve izlerim; yerim, içerim ve takıp takıştırırım kafama estikçe... Çalışırım, uyurum, boş boş baktığım zamanlar da olur.. Ah bir de seyahat ederim, en büyük zevklerimdendir..Kısacası yaşarım hayatı elimden geldiğince. Eh, buyrun bakalım benim gözümden hayata!